Konuşan Ev Sanrısı

“Gölgesiyle seviştik
Gündüz ayrı,
Gece ayrı…
Kavislerinde gezindik
Yürürken ayrı,
Uyurken ayrı…
Siyah bir bıçak yarasıydı saçları
Dalgalandıkça kanattı ışıkları
Hâsılı kana boyanmıştık eskiden
Şimdi zaman sildi yaraları”

“Ya bendeki izleri?
Bâzen dayanırdı dirsekleri
Elleri yanaklarına râm,
Bana yatırdığı bir kitapdaydı gözleri
Bâzen tabak çanak donatırdı beni
Fonda senfonik bir çatal bıçak sesi
Aramızda kalsın dostlarım ama
Anason kokusu da almıştım sanki
Yine de bin beter kahırlıyım
Keşke hiç yontulmasaydım
Son satırları dağladı yüzümü, sırtımı
Üzerimde yazdı; yazdırmasaydım…”

“Siz zamanla sildiniz izlerini
Sen de unutursun elbet dirseklerini
Hiçbiriniz ben gibi özlemez, beklemez
İçime sakladığım sûretini, hâlini
Sabahları saatlerce göz gözeydik
Akşamları O’nun gizemine şâhittik
Sırrıma gömdü sırlarını yıllarca
Biz öyle bir yâr, öyle bir arkadaştık
Bilirim gözlerinin pınarını
Bilirim dudaklarının kenarını
Öyle bir ezberledim ki,
Bilirim her ânını, her yaşını”

“Sen ne bileceksin dudaklarını ben kadar?
Benden içti anasonu her sefer
İçim soğuk, dışım sıcaktır ya benim
O da ben gibiydi, o da derbeder…
Benden içtiği kadar bana akıtırdı
Kimseye diyemediğini bana anlatırdı
Görmeyle değil, değmeyle değil
Söz ile, âh ile benimle paylaşırdı”

Konuşmayın, yeter!
Ben lâl oldukça siz anlatır oldunuz
Ben ölesiye kaçarken ateşten
Siz beni cehenneme koydunuz

Hepiniz şâhittiniz, hepiniz yaşadınız
Ben gibi ardından bakakaldınız
Âşk, O’nun elinden tuttu ve gitti
Rûhsuz kalmayı böyle anladınız

Artık hepiniz ölüsünüz, hepiniz cansız
Bu ev bir mezardır O’nsuz
Kiminiz odundur, kiminiz demir
Sıradan eşyâsınız; dilsiz ve rûhsuz…