Aşınmış kadifesi,
Ama yine de iş görür
Üzerinde sere serpe uzandığı bu kanepe
Kim bilir hangi zamandan düşmüştür…
Ama belki,
Kendisi kanepeden daha eskidir
Zîrâ dünya görmüş olamaz
Böylesine bir yaşı Havvâ’dan beridir
Yarım yamalak dökülen kelimeleri
Biriktirirdim çocukluğumda
Çünkü biliyordum bir kehânet gibi
Günü gelince hep susacaktı sonunda
Anlattıkları ipe sapa gelmezdi
Daha çok yakarış içeren inlemelerdi
Yaşsız ağlamayı O’nda görmüştüm
Ağladığına kanıt titreyen ellerdi
Sayıklamalardan ayıklamalar yaptım
Hayat hikâyesini O’ndan böyle çaldım
Çocuktum, anlamam sandılar
Çocukluğumun gölgesine böyle saklandım
Meğer güneşli ve çam kokan bir yerdenmiş
Annesi terzi, babası ise ormanda cînmiş
Bir peri değneği dokununca
Bir çocuktan bir kelebeğe dönüşüvermiş
Ne çok yakalamaya uğraşmışlar kelebeği,
Ne çok kişi düşmüş ardına!
Onlarca kişi kendini fedâ edebilirmiş
Dokunabilmek için sâdece kanadına
Kimseye kısmet olmayan kanatları
Bir hayâlete kısmet olmuş
Kovalanmaya alışan bu kelebek
Hayâlete inanır olmuş
Ve âni bastırmış kış
Ve âni gelmiş ölüm
Ve âni kesmiş ayrılık
Ve âni gitmiş âşk
Göz gözü görmez bir boranın içinde
Günden güne büzülmüş kanatları
Deli gibi yağan tipiden, kardan
Bembeyaz oluvermiş tüm saçları
O vakitten beridir ne düşünmek var,
Ne bir bahara kanat çırpmak
Artık O’na düşen sâdece
Tamamlanmayan cümleler kurmak
Koyu çimen yeşili kadifeye uzanır
Uzanır ve hâlâ anlatır
Benim buruşuk kelebeğim
Hayâletiyle konuşur
Ve belki bir gün hayâletiyle buluşur…